baslik1.jpg (7323 bytes)      

market2.gif (15838 bytes)

12 AĞUSTOS 2002      SAYI: 495

baslik2.jpg (10108 bytes)

 Site İndeksi

Haberler

Köse yazıları

Politika kazanı

Kunye

Resmi telefonlar

Biraz Gülelim


İZLENİM

Recai Şeyhoğlu


HALK II

Ceyhun Atuf Kansu buna benzer bir şeyler söylüyordu ve halk için "gerici" diyen kafaları eleştiriyordu bir yazısında.
Aydınlığı, çağdaşlığı yaşasa sonuç bugünlerdeki gibi olur mu hiç, demeye getiriyordu. Haksız da değil.
2002'nin 1 Mayıs'ında mitinge katılacağım için sağlık merkezimize gittim. Sevk almak için.
Sosyalist bir partinin ilçe başkanlığı yapmış bir arkadaşımızın boşandığı eşiyle karşılaştım doktor kuyruğunda. Aynı okulda, sendikamızın yayın kurulunda geçmişte birlikte olmuştuk. Sosyalizme inanmışlığı da tartışma götürmezdi. Oğlunun adından belliydi bu. Belki kimileri onu "dinozor" bile görüyorlardı.
Daha kısa bir süre önce sendikamızın etkin görevleri için önerilmiş, o da isteyerek aday olmuş, fakat seçilememişti.
Sevkten sonra miting alanına birlikte gideriz düşüncesiyle onunla değil de bir başka tanıdığım öğretmenle lâflıyordum.
Ne zaman ki "Sinemaya gideceğim" dedi, suratıma bir abondone yemiş gibi oldum. Sevki miting için almıyordu bizim "eski" sosyalist arkadaşımız. Yüzünde mahcubiyet falan da yoktu, "sinemaya gideceğim" derken.
Kılavuz, böyle sosyalistler olunca halkın da şeriatçı-faşist-liberal partilerin bolluğunda ve pisliğinde kıvranması, debelenmesi şaşırtmıyor beni. Çünkü şu bir gerçek ki sol güven vermiyor. Daha doğrusu böylesi solcular !..
2001'in ilkbahar ve yazı yoğun direnişlerle geçiyordu. Oturma eylemleri sıkça yapılır olmuştu. Kamu çalışanları iki üç günde bir alanlara çıkıyordu. Katılım ne kadar çok olursa iktidarı o denli etkileme şansımız vardı.
Eskiden sosyalistlik yapmış bir bayan arkadaşıma teklifte bulunduğumda aldığım yanıt "Kızımı kuaföre götüreceğim" olmuştu.(!) Bu arkadaşın eşi de 12 Eylül sonrası yıllarca hapis yatmıştı.
Düşünüyorum da biz birbirimize bir şeyler vermiyoruz galiba. Laf olsun diye solculuk yapıyoruz sanki. Oysa solculuk, bir şeyleri dönüştürmek-değiştirmek değil mi?..
İşte bu tip solcularla Türkiye bir türlü solculaşmıyor. Liboşluk, aportluk, lafazanlıkla at başı gidiyor.
Böyleleri, halka güven de vermiyor. Üstelik soldan kaçırtıyor. Halkın sağı iktidar yapması, cehaletinden ve sola güvenmeyişinden kaynaklanıyor bence.
Halkımıza gelince…
Halkımız tıpkı bir kuzu. Tüpgaza ayda üç kez zam yapsan kılı kıpırdamıyor. Ayda bir benzin zamlanıyor. Hiç oralı değil.
AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili olarak hazırlanan hapis isteminin yanı sıra haksız edindiği iddia edilen malların zor alımına ve ömür boyu kamu hizmetinden yasaklı tutulmasına karar verilmesi talep ediliyor.
"Nereden buldun" sorusuna şeriatçı başkan şöyle yanıt veriyor: "Oğlumun düğününde takılan altınları sattım. Servetimin kaynağı budur."
Şeriatçı Başkanın Ankara 7. Asliye Ceza Mahkemesi'ne sunduğu belgelere göre, oğlu Burak Erdoğan'a düğününde takılan 24, 22, 18 ve 14 ayar toplam 30 kilo altın, 23 Temmuz 2001'de paraya çevrildi. Altınlar, 262 milyar 802 milyon 364 bin 384 lira tuttu. Bu para, aynı gün bir döviz bürosunda 250 bin 550 dolara çevrildi. Oğlu bu parayı "1 milyar dolarım var" diyen babasına borç olarak verdi.
Başkan Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevinden ayrıldığı 1998 yılının sonunda verdiği mal beyanı ile AK Parti Genel Başkanı seçildikten sonraki verdiği mal bildirimi arasında 256 milyar 138 milyon 421 bin liralık farkın bu paradan kaynaklandığını açıklamış oldu. (12 Haziran 2002 - ŞOK)
"Çok çocuk yapın" diye miting meydanlarında böğüren Başkan anlaşılan, "Ne kadar çok çocuk, o kadar çok düğün, ne kadar çok düğün,o kadar çok para !" demeye getiriyor.
İhale yolsuzluğu davasından, hakkında 170 klasörlük tutanak bulunan bu beyefendiyi, pardon kravatlı mollayı necip halkımız sormacalara bakılırsa ilk seçimde iktidara getiriyor.
Cumhuriyet gazetesi ise şunları yazıyor:
"Ahmet Burak Erdoğan düğününde takılan 30 kilogramlık altını 23 Temmuz 2001 tarihinde paraya dönüştürerek babası Tayyip Erdoğan'a 'borç' verdi.
Altınları 262 milyar 802 milyon 364 bin 384 liraya bozduran Erdoğanlar, bunu da aynı gün 250 bin 550 dolara çevirdi. Buna göre Erdoğan, doları 1 milyon 48 bin liradan aldı. Ancak, o tarihte serbest piyasada dolar 1 milyon 333 bin 500 liradan işlem gördü. Serbest piyasa kuru dikkate alındığında AKP lideri Erdoğan, 262 milyar 802 milyon 364 bin 384 liraya 197 bin dolar alabiliyor. Erdoğan'ın ifadesine göre kur farkına bağlı olarak ortaya 53 bin 550 dolarlık bir açık çıkıyor. Banka ve serbest piyasadaki işlemlerde yüklü oranlarda para dönüşümlerinde taraflar arasında pazarlık yapıldığı dikkate alınsa bile 'eriyen' 53 bin 550 dolarlık farkın kapatılmasının olanaksızlığına dikkat çekiliyor. Erdoğan'a 23 Temmuz 2001 tarihinde serbest piyasada 1 milyon 333 bin 500 liradan işlem gören dolar 150 bin lira düşük fiyatla satılmış olsa bile bu fark kapanmıyor. Erdoğan, 1 milyon 183 bin 500 liradan elindeki parayla ancak 222 bin dolar alabiliyor. Bu durumda dahi Erdoğan'ın mal varlığı kapsamındaki beyanında 28 bin 550 dolarlık bir fark ortaya çıkıyor. Bu da doların alındığı tarihte 38 milyar 71 milyon liraya denk geliyor. 'Eriyen' 53 bin 550 dolar, Erdoğan'ın ömür boyu kamu hizmetlerinden yasaklanması nedeniyle açılan dava konusu 'açıklanamayan' 256 milyar liranın yaklaşık dörtte birini karşılıyor"
İşte benim kuzu halkım bu kafayı başbakan yapacak.
Daha önce de 146 kilogram altın sahibi bir başka şeriatçı yobazı (Necmettin Erbakan) başbakan yapmıştı necip halkım.

Özetle sabah akşam fiesta yapıyor Türk halkı. Tabii ki Kürt halkı da.. 2002'de yapılan Dünya Kupası maçlarında Çin'i yendiğimiz maçın bir gün öncesi tekel ürünlerine %15 zam gelmişti.
Sessiz sedasız.
Çeyrek final maçını oynayacağımız 22 Haziran'da da maçtan beş on saat öncesi yabancı sigaralara %12 zam geliverdi.
Futbol sevdasına nasılsa sineye çekecek gıkını çıkarmayacaktı Türkler ve Kürtler. Yani halkımız ! (Bu nedenle ulusal takımın önemli maçları kazanmasını hiç istememişimdir)
Çünkü halk olarak sıkıntıya boğuluyoruz. Zamlarla, zafer naralarıyla yarattığımız ortam ve verdiğimiz zararla.
Oysa bir başka ülkenin iktidarı, galibiyeti fırsat bilip halkını zam yağmurunda ıslatmıyor hiç.
Çünkü İtalyan'ı, İngiliz'i, Alman'ı, Portekizlisi, Japon'u uyumuyor. Ne dinle ne de bir başka ilaçla uyutulmuş onlar.
Trilyonlarca liralık servete konan 20-25 futbolcu ve teknik adam, öte yanda galibiyetle sarhoşa dönmüş milyonlarca aç, çaresiz, parasız pulsuz Türk, Kürt, Abaza, Boşnak vb. kardeşimiz.
Uyuyan, uyutulan necip halka elbet fırsatçı, kapkaççı hükümetler yakışır.
Bize de iyi yakışıyor hani..
Dünyanın en zengin adamlarından kimileri Türkiye'de yaşıyor düşünsenize.. Hani biz yoksulduk, hani biz garibandık ? Vahşi kapitalizme örgütlü emekçiler bile sesini çıkaramıyor, cılız mı cılız !..
Ekonomide borsanın ağırlığı tartışılmaz bir gerçeklik. Fabrika kurmadan, ekip biçmeden, alın teri dökmeden öyle çok para babası türedi ki..
Çok az sayıda insanda çok ama çok para var. Bu nedenle ülkemiz insanının bir kısmı Afrikalı gibi yaşıyorken, bir kısmı da İsviçre deki gibi yaşıyor.
Var mı böyle bir ülke? Burundi Sultanlığı dışında..
Ama toplu intihar da yaşanmıyor allahtan.
Bu da bir başka düşündürücü konu.
Borsanın (İMKB) 1 milyon 800 bin müşterisi (Türkiye'nin nüfusu 65 milyon (!)) var. Fakat bunların yüzde 99'u servetini kaybetmiş, ütülmüş, bitmiş, çökmüş.
Ülkeyi yönetenlerden biri milliyetçi sağ (MHP), biri milliyetçi sol (DSP) diğer ortak da muhafazakar-liberal ANAP.
Halkımız onları iktidar yapmış.
1950'de Andan Menderes'le başlayan, S. Demirel, N. Erbakan, Alpaslan Türkeş, Kenan Evren, Turgut Özal, Tansu Çiller ve şimdikilerce sürdürülen sağ politikalarla Türkiye işte bugünlere geldi.
Onları iktidara taşıyan da elbette ki halkımız !
Başbakan yardımcısının oğlu bir restorandan çıkarken görüntüsünü almak isteyen muhabirleri dövebiliyor bu ülkede. "Anasını s……….. çocukları, hepiniz o….. çocuklarısınız" diyebiliyor.(27.5.2002 - Milliyet)
Başbakan, oğluna burnunun dibinde askerlik yaptırabiliyor.
Genel Kurmay Başkanının oğlu (Serdar Güreş) akla gelmeyen katakullilerle basının diline düşebiliyor.
Halkımız da izin verebiliyor (!) bu rezilliklere.
2001'in yazında tiyatrocu Ferhan Şensoy İzmir'de "İzmir'e bir daha toplu oyunla gelmeyi düşünmüyorum. İzmir'e küsüm. Temmuzda büyük hayal kırıklığına uğradım. Oyun resmen süründü. Neden? Çünkü İzmirliler Çeşme'delermiş. Ne yapalım? Gelsene pezevenk ! Bir de ayağınıza kadar gelip Çeşme'de mi oynayalım?" demişti.
Fakat İzmirliler anında gereken tepkilerini göstermişlerdi. Tıpkı Gazeteci Hasan Tahsin gibi. Anında ve sert tepkiyle. Ve de uygarca..
Keşke Türk halkı da İzmirlileşebilse diyorum.
Necip halkımızın köylülüğü bunda önemli bir etken diye düşünüyorum. Çünkü köylülüğü aşamamış toplumlardan, Çetin Altan'ın dediği gibi ne T. Edisonlar çıkıyor, ne Alexander Flemingler ne de Mozartlar..
Düşünün bir kez.. Avrupa Birliği üyelerinin toplamında köylülüğün nüfusa oranı yüzde dört, bizde ise % 46. Aynı Türkiye, ulusal gelirine oranla silah alımlarında ise yılda 11 milyar dolarla dünya birincisi. Yaşam kalitemiz ise dünya sıralamasında 86.(10 Mayıs 2002 - Milliyet)
Türkiye'yi uyutan, söğüşleyenlerden biri kimdi?
Tarikatçı - Amerikancı Turgut ÖZAL !
ABD Savunma Bakanı Yardımcısı Wolfowitz, Washington Enstitüsü'nde bizler için bakın ne diyor: "Özal'ın yolundan yürüyün" (14 Mart 2002 - Milliyet)
Necip halkımız bundan bir sonuç çıkarmalı.
Bir gün gene Milliyet'te "11 bin katil serbest" manşetini okuyunca ürpermiştim.(27 Mayıs 2002)
Aynen şöyle yazıyordu: "Af yasasından yararlanıp tahliye olan 40 bin kişiden; 11 bin 571'i katil, 11 bin 321'i gaspçı ve hırsız, 1122'si tecavüzden hükümlü çıktı… 5 bin kişi de yolda."
Aynı yazıda, Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, Şartlı Salıverilme Yasasına göre 25 Nisan 2002 tarihi itibariyle toplam 40 bin 518 kişinin tahliye edildiğini bildiriyordu.
Katilleri, gaspçıları affeden bir hükümet ve hiç sesini çıkarmayan, tepkisini göstermeyen bir halk!
*
21 Nisan 2002'nin Şok gazetesinde şöyle bir manşet var. Hem de 8 sütuna. "Gerici Kuşatma".
Altında da şunlar yazılı: "Bakan Metin Bostancıoğlu, Teftiş Kurulu'na gönderdiği yazıda bakanlığın görev yapan müfettişlerinin yüzde sekseninin aşırı dinci olduğunu bildirdi."
Tam da Türkiyelik bir haber!
Mili Eğitim Bakanı gerici kuşatmadan yakınıyor. Bakanlık koltuğu ağlanacak sızlanacak yer değil ki. Görevden gerici bildiğin müfettişleri alırsın olur biter.
Bu haberi okuyup da telaşa kapılan, Bakana soru soran, Bakanlıktan hesap soran çıkacak mı diye bekliyorum. Havamı alıyorum. "Kuzuların Sessizliği"ni yaşıyorum.
Böylesi sus pus bir halk seçimden seçime oy kullanacak. Ortaya çıkacak Meclis aritmetiğine göre hükümet kurulacak, ülke yönetilecek. Ben de buna demokrasi diyeceğim.Hadi canım sen de!



YANIKOĞLU II MAĞAZASI AÇILDI

(Eski Mavi Market)

 

 

 

 

 

ismetbaytak@hotmail.com

kuzeyege@yahoo.com

 

cizgi1.jpg (425 bytes) cizgi2.jpg (579 bytes) cizgi3.jpg (545 bytes)

HER SALI GÜNCELLENİR